‘’20.yüzyılın en
büyük fotoğrafçısının gözünden fotoğraf ve foto-röportaj.
Tartışma götürmez
biçimde, 20.YY’ın en önemli fotoğraf metni.
Karar anı,
Bresson’un hikaye anlatımcı fotoğraf konusundaki temel görüşlerinin yanı sıra
sanatçının fotoğrafa ve hayata bakışı ile ilgili ipuçları sunmaktadır. Bu
kitabın bulunabilen kopyaları eBay’de $2500 civarında alıcı bulmaktadır.’’
|
( Kitabın orijinal
baskısının kapak resmi 20. yüzyılın en önemli ressamlarından Henri Matisse
tarafından çizilmiştir).
|
Henri Cartier-Bresson'nun ''
karar anı '' kitabından bir bölüm
Yelda Ulusoy çevirisiyle...
Resme her zaman
tutkum oldu. Çocukken perşembe ve pazar günleri resim yapar, diğer günler resmi
hayal ederdim. Pek çok çocuk gibi benim de bir Brownie Box’um vardı, fakat bunu
sadece arada bir tatil anılarımın küçük albümlerini oluşturmak için
kullanırdım. Ancak çok daha sonraları makinenin arkasından daha iyi bakmaya
başladım, küçük dünyam genişlemişti ve bu, tatil fotoğraflarımın sonu oldu.
Sinema da her
zaman hayatımdaydı, Pearl White’ın New York’un Gizleri, Griffith’in Kırık
Tomurcuklar ve Hırs gibi büyük filmleri, Stroheim’in ilk filmleri,
Einsenstein’ın Potemkin Zırhlısı gibi filmleri, sonra Dreyer’in Jeanne d’Arc’ı.
Filmler bana görmeyi öğretti.
Daha sonraları, ellerinde Eugene Atget baskıları
olan fotoğrafçılarla tanıştım, bu fotoğraflar beni çok etkilemişti. Bu yüzden
kendime bir sehpa, bir siyah perde ve cilalanmış ceviz ağacından 9×12 format
bir makine aldım, obtüratör görevini objektif kapağı görüyordu. Bununla sadece
hareketsiz görüntüleri çekebiliyordum. Diğer konular ya çok karmaşık ya da bana
çok amatör geliyordu, öyle ki kendimi sanata adadığıma inanıyordum.
Fotoğrafları bir küvette kendim banyo edip basıyordum ve bu uğraş bana çok
keyif veriyordu. Bazen, kimi kağıtların kontrastlı kimilerininse yumuşak
olmasından kuşkulanıyordum; ancak; yine de hiç kaygılanmıyordum; fakat baskıda
görüntüler çıkmadığında kuduruyordum.
1931′de, 22 yaşında Afrika’ya gittim.
Fildişi sahilinde bir makine aldım ancak dönüşümde; bir yılın sonunda farkettim
ki makine tamamıyla küf içinde kalmıştı ve tüm fotoğraflardaki görüntüler
ağaçlar içindeki eğrelti otları gibi üst üste binmişti.
Çok hastalandığım
o dönem, tedavi olmak gerekti, az miktardaki aylık gelirim yaşamama yetiyordu,
zevk alarak ve keyfime göre çalışıyordum. Bu arada Leica’yı keşfettim, Leica
gözümün bir uzantısı oldu ve beni hiç terketmedi. Gün boyu zihnimde düşünceler
dolaşıp duruyor, sokaklarda suç delili arar gibi fotoğraf arıyordum. Özellikle
tek bir görüntü içerisinde, süregelen bir sahnenin esasının kavranıyor olmasını
istiyordum.
Fotoğraf
röportajları yapmak, yani bir hikâyeyi pek çok fotoğrafla anlatmak fikri o
zamanlar aklımda hiç yoktu, ancak çok sonraları, meslektaşlarımın çalışmalarına
ve resimli dergilere bakarak ve bu dergiler için yaptığım çalışmalarla yavaş
yavaş röportaj yapmayı öğrendim.
Her ne kadar kolay
seyahat edemeyen biri olsam da pek çok yer dolaştım. Seyahati, ülkeler
arasındaki farkları gözeterek, yavaşlık içinde yapmayı severim. Bir kez bir
yere vardım mı, o ülkedeki yaşamı daha iyi izleyebilmek için neredeyse temelli
oraya yerleşme isteği duyarım. Bir Globe trotter (dünyayı çok gezen, çevirenin
notu) olmayı hiç bilemedim.
Bağımsız çalışan
diğer dört fotoğrafçıyla 1947′de Magnum Photos kooperatifini kurduk. Kooperatif
fotoröportajlarımızın yerli ve yabancı dergilere ulaşmasını sağlıyordu. Her
zaman amatör bir ruhla çalıştım, hatta amatörden de çok bir hevesle.
röportaj
Bir fotoröportaj
nelerden oluşur ? Bazen durumu anlatan, zengin içerikli tek bir fotoğraf
yetebilir. Ama böylesi pek enderdir. Parıltıyı ortaya çıkaran konu öğeler
genellikle dağınıktır, onları zorla bir araya toplamaya ise hakkımız yoktur. Bu
öğeleri ön plana çıkartmak röportaja yararı noktasında hilekârlık olur. Pek çok
fotoğrafta dağınık duran bu tamamlayıcı öğeler bir sayfada bir araya
getirilebilir.
Röportaj, bir
sorunu ortaya koymak, bir olayı ya da izlenimi sabitlemek için zihnin, gözün ve
kalbin sürekli bir devinimidir. Bir olay, gelişimi içinde etrafında dolanıldığı
ölçüde zengindir. Orada çözümü ararsın. Kimi zaman buna bir kaç saniye içinde
ulaşırsın, kimi zamansa saatler, hatta günler gerektirir. Standart bir sonuç
yoktur, bu işin bir reçetesi yoktur, tıpkı teniste olduğu gibi her an hazır
olmak gerekir.
Gerçek bize öylesine bir bolluk sunuyor ki, olayın ortasında bir
şeylerden vazgeçmek, sadeleştirmek zorunda kalıyoruz. Ama her zaman doğru
şeylerden mi vazgeçiyoruz? Yapılan şeyden çok emin olmak gerekir. Bazen en
güçlü görüntünün yakalandığı sanılır, ancak olayın nasıl gelişeceğinden emin
olunmadığından çalışmaya devam etmek gerekir. Çabuk ve mekanik biçimde
deklanşöre basmaktan, beyni gereksiz taslaklarla doldurmaktan, tüm çalışmanın
berraklığını kaybetmekten sakınmak gerekir.
Bellek çok
önemlidir, olayla aynı hızda dörtnala ilerlerken çekilen her fotoğrafın
bellekte bıraktığı şey çok önemlidir, çalışma esnasında eksik nokta
bırakılmadığından, her şeyin ortaya konduğundan emin olmak gerekir, çünkü
sonrası çok geç olacaktır, olayı tekrar yaşamak mümkün değildir.
.....
Tüm anlatım
araçlar içerisinde yalnızca fotoğraf belirli bir anı sabitler. Biz kaybolan
şeylerle oynuyoruz ve kayboldukları andan itibaren onları geri getirmek
imkânsız. Röportajın sunumunda konu yeni baştan düzenlenemez, en fazla
toplanmış görüntüler arasında seçim yapılır. Sözün oluşumundan, sözü kağıt üzerine
dökmeden önce yazarın düşünmeye zamanı vardır; pek çok öğeyi birbiri ile
ilişkilendirebilir. Beynin unuttuğu bir dönem vardır, bir biriktirme.
Bizim
içinse, kaybolan şey o noktadan itibaren ebediyen yok olur, bu korkumuz aynı
zamanda mesleğimizin de temel özgünlüğünü oluşturur. Bir kere otele girmişsek,
röportajı yeniden gerçekleştirmemiz mümkün değildir. İşimiz, not defterimiz
olan makinemiz yardımı ile gerçeği gözlemlemekten ibarettir. İşimiz gerçeği
sabitlemek, ancak onu ne filme çekim aşamasında, ne de laboratuvarda küçük
oyunlarla değiştirmemektir. Tüm teknik hileler keskin bir göz tarafından fark
edilir. Bir fotoröportajda darbeler sanki bir hakem gibi sayılır ve kaçınılmaz
biçimde özel araziye izinsiz girmiş birinin durumuna düşülür. Dolayısıyla konuya
tilki adımları ile yaklaşmak gerekir, söz konusu olan bir natürmort bile olsa
tırnakları geri çekip kedi gibi yavaş şekilde yaklaşmak gerekir, ama elbette
keskin bir gözle.
İtişip kakışmadan, balık avlamadan önce suyu bulandırmamak
gibi, ışığa saygı göstererek, şayet ışık eksikse bile fotoğraf çekerken flaş
gibi yardımcı ışık kaynakları kullanmamak gerekir, yoksa fotoğraf dayanılmaz
şekilde saldırgan bir kişiliğe bürünür.
Bu meslek birebir
insanlarla kurulan ilişkilerle çok ilintilidir ve tek bir kelime bile herşeyi
berbat edebilir, bütün kapılar yüzünüze kapanır. Mesleğin belirlenmiş kuralları
yoktur, her zaman çok dikkat çekici olan makineyi de, kendinizi de unutturmanız
gerekir. Size karşı tepkiler farklı ülkelere ve bölgelere göre çok farklılıklar
gösterir, Doğu’da sabırsız ya da telaşlı bir fotoğrafçı, bir daha onarılması
mümkün olmayan gülünç bir duruma düşer. Bir kez hız kazanmış ve o hızla da
çalışmaya devam ediyor dahi olsanız, biri sizi makinenizle birlikte dikkatle
gözetlemekteyse, fotoğrafı unutmaktan başka çareniz yoktur, çocukların
bacaklarınıza yapışmasına izin verirsiniz.
konu
Konu nasıl yok
sayılır? Konu kendini zorla farkettirir. Çünkü tıpkı bizim öznel dünyamızda
olduğu gibi, tüm dünyada olup biten her şeyin bir konusu vardır. Olan biten
karşısında algılarımızın açık olması ve hislerimiz karşısında dürüst olmamız
yeterlidir.
Bütünündeyse,
algıyı oluşturan şeye karşı konumumuzu almamız gerekir. Konu durumları
birleştirmeyi içermez, öyle ki durumların kendi içlerinde birbirleri ile hiç
bir ilişkileri yoktur. Önemli olan şey, bu durumlar arasında seçim yapmak,
gerçekliğin derinliği içinde doğru durumu hissetmektir.
Fotoğrafta en ufak
bir durum büyük bir konu, en ufak insani detay bir leit-motif’e dönüşebilir.
Bizi çevreleyen dünyayı bir tanıklık içinde görüyor, algılıyoruz. Olayın
kendisi, asıl fonksiyonu ile figürlerin organik ritminin ortaya çıkmasını
sağlıyor. Kendini ifade etme tarzına gelince, bizi baştan çıkaran şeyleri ifade
etmenin binbir yolu var. Biz en iyisi anlatılamaz olanı tüm tazeliğiyle kenara
koyalım ve burada söz konusu etmeyelim.
Resim sanatında
konu alınmamış pek çok alan var, kimileri buna fotoğrafın icadının neden
olduğunu savunuyor. Her hâlükârda, fotoğraf bu alanlardan kitap, gazete resmi
bir bölümünü üstlendi sadece. Fakat ressamların en önemli konularından biri
olan portreyi terk etmeleri fotoğrafın icadına bağlanmıyor mu?
Redingot, kep ve
at uzun zaman öncesinde en tutucu akademi ressamlarını korkuttu, düğmeli
abartılı tozluklar onları boğuyordu sanki. Biz fotoğrafçılar kendimize daha
geçici bir alan edindiğimiz için bu tür şeylerin bizi sıkması mı gerekiyor?
Bizler makinemiz sayesinde hayatın tüm gerçeklerini ele alabildiğimiz için
bundan olsa olsa büyük bir sevinç duyarız.
.....
İnsanlar portrelerinde yaşamaya devam etmek
isterler, kendilerinden sonra yaşayanlara iyi görünmek isterler, bunu gizliden
hak ettiklerini düşünürler.
Portrenin
duygularımıza dokunan bir özelliği de insanların çevreleri tarafından
belirlenmiş şeylerinin arkasındaki benzerlikleri ve devamlılıkları yeniden
keşfedebilmek. Bu sadece amca ile yeğenin karşılaştırıldığı bir fotoğraf
albümünde de yaşanabilir. Fotoğrafçı iç ve dış dünyayı yakalayabiliyorsa, bu,
tıpkı tiyatroda dendiği gibi insanların bir pozda durabilmelerinden kaynaklanır.
Fotoğrafçının mekanın atmosferine saygı göstermesi, canlı ortamı belirleyen
yerleşime dahil olması, özellikle insani gerçekliği öldüren yapaylıktan
sakınması ve elbette makineyi ve onu kullanan kişiyi unutturması gerekir. Bence
karmaşık bir makine ve projektörler küçük bir kuşun uçup gitmesine neden olur.
Bir yüzün ifadesinden daha uçucu ne vardır
ki? Bir yüzün verdiği ilk duygu genellikle en doğru olandır. O
insanlarla sık sık bir araya geldiğimizde bu duygular zenginleşir ve artık daha
yakından tanıdığımız doğasının derinliğini ortaya koyması giderek daha da
zorlaşır. Müşterilerin siparişi üzerine çalışıldığı zaman portre fotoğrafçısı
olmak çok zordur, çünkü bir kaç sanat hamisi haricinde her biri olduğundan daha
güzel görünmek ister, o zaman da ortada gerçek olan hiçbir şey kalmaz.
Müşteriler makinenin nesnelliğinden çekinir, fotoğrafçı ise psikolojik bir
duyarlılık arar, bu iki yansıma çarpışır.
Bir fotoğrafçının
tüm portreleri arasında belli bir akrabalık mevcuttur, çünkü insanları tanıma
yeteneği ile fotoğrafçı olarak ruhsal konumu arasında bağlantı vardır. Yüzün
asimetrik yarıları arasındaki dengeyi bulmaya çabalayarak harmoni elde edilir.
Bu, düzlüğü ya da aşırı tek yönlü bir bakışı engeller.
Kimi portrelerdeki
yapaylık yerine vesikalık fotoğraflar çeken fotoğrafçıların vitrinlerinde yan
yana dizilmiş fotoğrafları daha çok tercih ederim. Bu vesikalık fotoğraflara
her zaman soru sorulabilir, onlardan edinilmek istenen şiirsel aktarım yerine
belgesel bir kimlik keşfedilebilir.
kompozisyon
Bir konunun kendi
öznelliğini taşıyabilmesi için, içerdiği biçimlerin ilişkilerinin kesinlikle
açık ve yerli yerine oturmuş olması gerekir. Makine boşluk içinde konuya göre
yerleştirilmelidir ve işte bu noktada kompozisyon önemli olmaya başlar. Benim
için fotoğraf, gerçekliğin içindeki yüzeylerin, çizgilerin ya da değerlerin
ritminin keşfidir. Göz konuyu ayıklar ve makinenin görevi, gözün verdiği kararı
filme aktarmaktır.
Bir fotoğraf bütünlüğü içinde görülür, kompozisyon görsel
öğelerin organik birlikteliği, eş zamanlı bir birlik oluşturmuş bir tablo
gibidir. Bu birliktelik boş yere değil, bir gereklilik sonucu oluşur ve arka
plan biçimden ayrılamaz.
......
Perspektifleri
dizlerden hafif bir bükülmeyle değiştiriyoruz, milimetrik bölünmelerde basit
kafa hareketiyle çizgilerde üst üste bölünmeler gerçekleştiriyoruz, fakat tüm
bunlar refleks hızıyla yapılabilir şeyler ve neyse ki bizi “sanat” yapmayı
denemekten alıkoyuyor. Kompozisyon hemen hemen deklanşöre basma anında oluşturuluyor ve makineyi konuya daha uzak ya da daha yakın konumlandırırken
ayrıntılar oluşturuluyor, sınırlandırılıyor veyahut konu tarafından
yönlendiriliyor. Kimi zaman süregelen durumdan memnun kalınmayarak, bir
şeylerin oluşması için oturup bekleniyor, kimi zaman hiçbir sona varılmayıp fotoğraf
elde edilemiyor, fakat örneğin bazen birisi çıkageliyor, vizörün kadrajından
onun yolu takip ediliyor, bekleniyor, zaman geçiyor, deklanşöre basılıyor ve
çantanda bir şeylerin olduğu hissiyle uzaklaşılıyor. Daha sonra, orantısal
araçları ya da diğer figürleri fotoğraf üzerinde izleyerek fotoğrafın amorf ve
daha cansızken tamamen içgüdüsel olarak geometrik alanlarının obtüratörün
deklanşörüne basıldığı anda belirlendiğinin farkına varılarak keyiflenilebilir.
Kompozisyon, bizim sabit önceliğimiz olmalı, fakat fotoğrafik an sezgisel bir
şekilde işlemeli, çünkü gerçekleştirdiğimiz çekimler ilişkilerin değişken
olduğu çok kısa anların kayıtlarından ibaret. Altın değerine ulaşması için,
fotoğrafın ancak ve ancak gözün kumpasından geçmesi gerekir. Hiç bir geometrik
çözümleme, hiç bir şematik çıkarsama bunu sağlayamaz, fotoğraf bir kere
kendiliğinden çekildiğinde, bu noktadan sonra artık sadece düşünsel bir malzeme
olarak sunulabilir. Umuyorum ki, hiç bir zaman tüccarların mat cam üzerinde
baskıları sattıkları günü görmeyeceğiz.
Makine formatının
seçimi, konunun ifadesinde çok büyük bir rol oynar, öyle ki benzeşen köşeleri
ile kare format statik olma eğilimi gösterirken, hemen hemen hiç kare tablo
yoktur. Şayet biz güzel bir fotoğrafı az bile olsa kadrajlayıp kenarlarından
kırpıyorsak, bütünü bozmuş oluyoruz, bunun dışında zayıf olan bir kareyi
karanlık odada agrandizör ışığının altında negatifi kırparak kurtarmak çok
ender bir durumdur. Böyle olduğunda gerçeklik bozulur. Sık sık görüş
açılarından bahsedildiği duyulur, oysa ki göz konusu olan tek açı kompozisyonun
kurgusu esnasındaki geometrik açılardır. Bunlar tek geçerli açılardır, ancak
kimileri vardır ki menfaat, çıkar ya da başka zırvalıklar elde etmek için
bunlara riayet etmez.
teknik
Kimya ve optik
alanındaki keşifler hareket alanımızı genişletiyor, kendimizi daha
yetkinleştirmek için bunları tekniğimize aktarmak bize kalmış. Fakat, fotoğraf
tekniği konusunda süregelen bir fetişizm söz konusu. Fotoğraf tekniği, sadece
bir görüş belirlemek için oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. Teknik, görülen bir
şeyin öznel kılınması çerçevesinde önemlidir. Değerli olan sonuç budur.
Fotoğraf inandırıcı kanıtı ortaya koyar, aksi takdirde sadece fotoğrafçının
gözünde varolmuş, kaçırılmış tüm o röportajlar anlatmakla bitmez. Röportaj
mesleğimizin ancak 30 yıllık bir mazisi var. Kullanımı çok basit makinelerle,
ışık gücü yüksek objektiflerle ve sinemanın ihtiyaçları doğrultusunda üretilmiş
ince grenli ve çok hızlı filmlerle gelişti mesleğimiz.
Makine, bizim için
güzel bir mekanik oyuncak değil, alettir. Yapılmak istenen işe uygun bir
makineyle, kendini iyi hissetmek yeterlidir. Makinenin, diyaframın, hız
ayarlarının, v.s. kullanımı tıpkı otomobilin vitesini dönüştürmek gibi bir
reflekse dönüşmelidir. Tüm bu işlemlerden sonra herhangi birini, hatta en
karmaşık olanlarını bile es geçmek söz konusu değildir; tüm üreticiler
tarafından makineyle birlikte inek derisinden çantanın içinde verilen kullanım
kılavuzunda, askeri bir dille bunlar ifade edilmiştir. Bu yolu katetmek
şarttır, en azından sohbetlerde. Aynı şekilde, güzel karta baskılarda da.
Agrandizörde,
görüntünün alındığı andaki değerlere zarar vermemek ya da onları yeniden
yerleştirirken, değiştirirken çekimin yapıldığı ruh haline uygun davranmak
gerekir. Gözün sürekli kurduğu gölge ve ışık dengesine sadık kalmak şarttır. Bu
nedenledir ki, fotoğrafik yaratımın son
dakikaları laboratuvarda geçer. Kimi insanların görüntünün netliği için
ölçüsüzce uyguladığı fotoğraf teknikleri beni hep güldürmüştür. Bu özen,
titizlik duygusu mudur yoksa bir aldatıcı görüşe kapılıp aslında yanı
başlarında duran gerçekliğin arayışına mı düşerler? Onlar da sonuçta,
öykülerini yapay bulutlara gizleyen diğer nesil gibi ana sorundan uzaktırlar.
müşteriler
Fotoğraf makinesi
bir çeşit görsel günlük oluşturmayı sağlayan bir şeydir. Fotoröportajcılar
olarak bizler, endişeler içinde bunalmış, karmaşaya eğilimli, imajların
eşliğine ihtiyaç duyan canlılarla dolu bir dünyaya bilgiler sağlayan
insanlarız. Bir düşüncenin özeti niteliğinde olan fotoğraf dilinin büyük bir
gücü vardır, fakat gördüklerimiz üzerinde bir yargı taşırız ve bu, büyük bir
sorumluluğu da beraberinde getirir. Halkla bizim aramızda, düşüncenin yayılım
aracı olarak matbaa yer alır. Bizler görsel dergilere hammaddelerini teslim
eden zanaatkarlarız.
İlk fotoğrafımı sattığımda (Vu dergisi) gerçek bir coşku
hissetmiştim, bu resimli baskılarla uzun bir birlikteliğin başlangıcıydı.
Söylemek istediğimiz şeye değer kazandıran yayınlardır, fakat kimi zaman,
maalesef onu başka bir şekle sokarlar. Dergi, fotoğrafçının göstermek istediği
şeyi yayımlar, fakat bu kimi zaman derginin beğenileri ve ihtiyaçları
doğrultusunda onlara yeniden biçim vermesine de olanak sağlar. Bir röportajda,
fotoğraf altlarındaki yazılar görüntülerin sözlü içeriği olmalıdır ya da
makineyle elde edilemeyen anlatımlarla çevrilmelidir, fakat yazı işlerinde,
maalesef çeşitli hataların içlerin sokuşturuluverilmesi mümkündür; her zamanda
da basit dizgi hataları değildir bunlar. Ama genellikle okuyucu tüm bu
hataların sorumlusu olarak sizi bilir. Bunlar olağan durumlardır. Fotoğraflar
başyazarın ve sayfa sekreterinin elinden geçer. Editör genellikle röportajı
oluşturan otuz kadar fotoğrafın arasından seçimini yapmak zorundadır (bu biraz
da alıntılar yapmak üzere metni kırpmaya benzer). Röportajın haber gibi belirli
formları vardır ve editör, fotoğrafların taşıdığı etkiye ve kağıt krizlerinin
yarattığı yansımaya göre fotoğrafları iki, üç veya dört sayfaya yaymak üzere
seçimini yapar.
Röportajın
çekimlerini yaparken, fotoğrafların ileri bir aşamada sayfa tasarımını
düşünemezsin. Sayfa tasarımcılarının en büyük ustalığı fotoğraf yelpazesi
içinden tüm bir sayfada, hatta çift sayfada sunulmayı hak eden görüntüyü çekip
çıkartmayı bilmektir. Hikâyenin içinde birleştirici rol üstlenen küçük fotoğrafı
doğru araya koymayı bilmektir. Sayfa tasarımcısı sık sık kendisine fotoğrafın
en önemli görünen bölümünü kırpar, çünkü onun için öncelikli olan sayfanın
bütünlüğüdür, sık sık fotoğrafçı tarafından tasarlanmış kompozisyon yerle bir
edilmiş olur, ama olan olmuştur. Fotoğrafların doğru aralıklarda ve
genişliklerde çerçevelenmiş olduğu, her sayfanın mimarisinin ve ritminin
hikâyenin tasarlandığı şekliyle anlatıldığı güzel sunumlar için sayfa
tasarımcılarına çok şey borçluyuz. Nihayetinde, fotoğrafçının son endişesi
derginin sayfalarını çevirerek, röportajını incelerken hissettiği endişedir.
Fotoğrafın tek bir
görünümü üzerine konuyu biraz yaymış oldum, fakat elbette, reklam kataloğu fotoğraflarından
cüzdanların diplerini saran fotoğraflara kadar daha başka pek çok konu var.
Fakat burada fotoğrafı asla genel olarak açıklamaya çalışmadım. Benim için
fotoğraf eş zamanlı bir karşılaşmadır, bir saniyelik bir zaman dilimi
içerisinde, bir yanda olayın taşıdığı anlam ve diğer yanda olayı ortaya koyan
görselliğin içinde algılanan biçimlerin keskinlikle bir araya getirilmesidir.
Yaşarken içinde
keşfedilir oluyoruz, aynı zamanda dış dünyayı da keşfediyoruz, dış dünya bizi
biçimlendiriyor, fakat dış dünya üzerinde biz de bir etki yaratabiliriz. İçsel
ve dışsal bu iki dünya arasında bir denge kurmak gerekir, bu iki dünya sürekli
etkileşim içerisinde aynı bütünü oluşturur ve işte iletişim kurmamız gereken
dünya da budur. Ama bu, biçimden ayrılamayacak olan içerikle ilgilidir. Biçim
derken, düşüncelerimiz ve duygularımızı açık ve doğrudan doğruya görünür kılan
sıkı resimsel düzenlemeyi kastediyorum. Fotoğrafta görünebilir olanın tasarımı,
resimdeki ritmin ani keşfinden başka bir şey olamaz.
Henri
Cartier-Bresson
Paris, 1952
(Çeviren : Yelda
Ulusoy)